adscode
adscode

Gerçek edebiyat marjinalleşti

Şair yazar Metin Celâl 1980 lerden bu yana yayın ve edebiyat dünyasında yaşadıklarını bir anı kitaba dönüştürdü

Gerçek edebiyat marjinalleşti

Edebiyatta 80’leri, 90’ları ve 2000’leri birbirinden ayıran temel faktörler neydi? Edebi yaşam anlamında nasıl tanımlarsınız bu farklı dönemleri?

Türk edebiyatında on yıllarla simgelenen edebiyat kuşakları var. 40 kuşağından başlayıp 80’lere kadar geliyor. Daha çok da siyasi kırılma noktaları ile bağlantılı bu kuşaklar. 40’larda toplumcu şairlerin tek parti iktidarının zulmüne uğramaları, 50’lerde çok partili döneme geçiş, 60’larda 27 Mayıs askeri darbesinin getirdiği özgürlük ortamı, 70’lerde 12 Mart Muhtırası, 80’lerde 12 Eylül Askeri Darbesi... Her siyasi gelişmenin etkisi farklı olmuş edebiyatta ve değişimi getirmiş. 90’lardan itibaren on yıllık kuşak değişimi alışkanlığının bittiğini düşünüyorum. Bireysellik ağır basıyor ve edebiyat esas olarak siyasi etkiden kopuyor. Tabii bu kopuşun olumlu ve olumsuz yanları var. Esas olarak 90’lardan itibaren gerçek edebiyatın toplum genelinin ilgi alanının dışına çıktığını, marjinalleştirildiğini de söyleyebiliriz.

O yıllarda yazar-çizer-şair buluşmalarını, yakınlaşmalarını belirleyen şey daha çok neydi? İdeoloji mi, yazınsal örtüşme mi, yoksa daha farklı saikler mi?

70’li yıllarda siyasetin sokağa inmesi ile ideolojik farklılıklar hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatta da belirleyici oldu. Sağ-sol ayrımı derinleşti. 70’lerin sonuna vardığımızda bu ayrım doruk noktasındaydı. Siyasi görüşleri nedeniyle en yakın arkadaşlarımızın düşmanımız olduğunu gördük. İdeolojik farklıların yanında tabii ki edebi tavırlar da uzaklaşmalarda etkileyici olmuştur. Ben dostlukların da önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta aynı mahallede olmanın, aynı okulda, işyerinde ya da kahvehanede olmanın da etkisi büyük. Bizim kuşağı buluşturan da dostluğumuzun yanında birlikte yaptıklarımız olsa gerek. Her gün buluşup sürekli edebiyat, şiir konuşuyorduk. Dergiler yayınlıyor, yayınevleri kuruyorduk. Her şeyi de siyasi bakış olmadan şiir, estetik temelinde yapmaya çalışıyorduk.

BİR ŞİİRDİ GEÇEN YILLAR (Metin Celâl / Çolpan Yayınları)
BİR ŞİİRDİ GEÇEN YILLAR (Metin Celâl / Çolpan Yayınları)

“KAVGA SOSYAL MEDYADA SÜRÜYOR”

Yazar-şair-çizer kesiminin aslında birbiriyle çok anlaşamadığı veya birbirlerini çekemedikleri düşünülür. Gerçekten böyle midir?

“Şairler dövüşür!” Bu gerçek kitap adı olacak kadar somuttur. Edebi, sanatsal üretim kaçınılmaz olarak egoları yükseltiyor, beğenilmek, takdir edilmek istiyor insanlar, görmezden gelinmeye dayanamıyorlar. Fikirlerine saygı duyulmakla kalmasın, biat edilsin istiyorlar. Bu da tartışmayı, kavgayı kolaylaştıran bir unsur. Fikirleri yarıştırmayı, polemiği seviyoruz. İnternet icat edilmeden önce bu dergilerde ve şairlerin buluştuğu kahvehane, meyhane gibi mekânlarda, dergi idarehanelerinde gerçekleşiyordu. Şimdi sosyal medyada kavga sürüyor.

Sizin edebiyata ve edebiyat dünyasına girişinize ön ayak olan isimler kimlerdi?

Edebiyata girişimde en önemli etken iyi, okumayı yazmayı özendiren bir edebiyat öğretmenine rastlamam oldu kuşkusuz. Köy Enstitülü büyük bir şair ve yazar, iyi bir öğretmen olan Mehmet Başaran olmasa yine edebiyatla ilgilenirdim ama bu daha geç olurdu. ODTÜ’de Edebiyat Kulübü, İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde buluşmalarımız, esas olarak dergi çıkarma çalışmalarımız beni edebiyata bağlayan unsurlar oldu. Kırk Kuşağı, İkinci Yeni şairleri hayattaydı. Onlarla buluşabileceğimiz mekânlar vardı, sohbetlerini dinleyebiliyorduk. Onların varlığı da olumlu anlamda etkilemiştir.

En çok hangi “edebi arkadaşlarınızı” yad ediyorsunuz? Kimlerle küssünüz?

1980’i edebiyata, yayınlatmaya başlama tarihim olarak alırsam 40 yılda sayısız arkadaşım ve önemli sayıda dostum olduğunu anlıyorum. Dostluklar, dostlar dönem dönem değişiyor ama 40 yıldır görüştüğüm, birlikte iş yapmaktan keyif aldığım dostlarım olması da hoşuma gidiyor. Adnan Özer, Tuğrul Tanyol, rahmetli Mehmet Müfit, Cengiz Öndersever, Oktay Taftalı her gün buluştuğumuz arkadaşlarımdandı. Birlikte dergiler çıkardık, yayınevleri kurduk. Atilla Birkiye, Haydar Ergülen, Taner Ay, Orhan Kahyaoğlu, Enver Ercan, rahmetli Seyhan Erözçelik, Ali Günvar, Faruk Şüyün, Merih Akoğul, rahmetli Kubilay Ünsal gibi birçok arkadaşımla da çeşitli dönemlerde kader birliği yaptık. Saymakla bitmez, hep bazı dostlar eksik kalır. Küslüğe gelince. Yazıyla polemiği severim ama normalde kavgacı biri değilimdir, kolay kolay küsmem, darılmam ama küsersem de bir daha barışmam. Küs olduğum çok kişi yok ama bana küs olanlar, hiç tanımama rağmen düşman olanlar olduğunu biliyorum.

“YAZARLAR ELEŞTİRİ DEĞİL ÖVGÜ BEKLİYOR”


Ve şiir… 80’ler, 90’lar en verimli yıllarıydı galiba. Artık şiirsiz bir hayata doğru yol alıyor olabilir miyiz?

Şiirsizlik 80’lerden sonra başladı, 90’larda iyice netleşti. Kuşkusuz bunun verilen ürünlerle, nitelikleriyle ilgisi vardır ama esas olarak kültürün endüstrileşmesine bağlı bir gelişme olduğunu düşünüyorum. 80’lerde bugün Türkiye’nin en büyük yayınevleri olarak saydığımız yayınevleri kuruldu. Kitap kültürün aracısı olmaktan çıkıp endüstriyel ürün halini aldı. Yazar eserin önüne geçti. Kültür endüstrisinin kolayca tüketilip yenisinin talep edileceği ürünlere ihtiyacı vardır. Filmler ve TV dizileri, pop müzik ve roman bu amaca hizmet eder. Artık edebiyat denilince roman anlaşılıyor. Böyle bir ortamda tabii ki şiirin pek yeri yok.

Bir dönemin ünlü yazar-çizerleri daha sonra reklamcılığa kaydı. Hatta bunu yapmayan arkadaşları tarafından da eleştirildiler. Siz ne düşünüyorsunuz bu sıçrayış hakkında?

80’ler Türkiye’nin kapalı toplum halinden çıkıp dünya kapitalizmiyle entegre olduğu yıllardır. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin yapılmasında en önemli nedenin bu ekonomik ve kültürel değişimi sağlamak olduğunu düşünüyorum. Terör, anarşi bahaneydi, isteseler darbe yapmadan önlerlerdi. Reklamcılığın önem kazanması da bu gelişimin sonucu. Reklam ajanslarının iyi sloganlar bulacak yazara ihtiyacı vardı, şairlerin de işe. Karşılıklı bir alışveriş yaşandı. Reklamcılık sektörleşince de kendi yazarlarını yarattı, şairlere ihtiyacı kalmadı. Şimdi kimse hangi şairin reklamcılık yaptığını merak etmiyor. O zamanlar idealist ruh daha ağır bastığından şairlerin reklam şirketlerine kalemlerini ve sanatlarını hatta ruhlarını sattığı, kapitalizme hizmet ettiği düşünülüyordu. Bu düşüncedeki arkadaşların da bir süre sonra “ekmek parası” diye reklam ajanlarında çalıştığını gördük.


Siz de kitapta bir başlık açmışsınız, “Eleştiri yok” inanışına. Gerçekten yok mu, yoksa eleştiriye tahammül mü yok?

Bizde şairler, yazarlar eleştiri değil övgü bekliyorlar. Bu başlangıçtan beri gelen bir olgu, yeni değil. “Eleştiri yok!” derken de aslında söyledikleri “Yeni kitabım beklediğim kadar övülmedi” demek. Çünkü bir Doğu Akdeniz toplumuyuz. Biz de yergi de eleştiri de gelişmemiştir. Çünkü tahammül edemeyiz. Hele kültür endüstrileştikten sonra eleştiri kişisel bir şey olmaktan çıktı, kurumsal sorun halini aldı. Artık en ufak eleştiride şair ve yazarlar selamı sabahı kesmekle kalmıyor yayınevleri ve temsilcileri karşı taarruza geçiyor. Sizi susturmak, bir daha yazdırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Metin Celâl
Metin Celâl
CAĞALOĞLU’NDAN BEYOĞLU’NA

1980 ve 90’larda şairler ve yazarların buluşma yerleri nerelerdi? Bunların önemi neydi?

80’ler şairlerin yazarların kahvehanelerde, meyhanelerde buluştukları son dönem bence. 90’larla birlikte yaşam biçimleri değişti. Çocukluğunda sokakta oynamamış, arkadaşlıklar kurmamış kişiler şair ve yazar oldular. İnternetin gelişmesi ile de bu kopuş iyice derinleşti. 80’lerde Kadıköy’de bir kahveye gittiğinizde 40 Kuşağından, İkinci Yeni’den şairleri bir arada bulabilirdiniz. Tanışmak, görüşmek, sohbetlerini dinlemek mümkündü. Tabii dergilere, yayınevlerine de çat kapı gidebilirdiniz. Oralara ilk kez gidiyor olsanız bile bir kenara ilişip sohbeti dinleyebilir, hatta fikir ileri sürebilirdiniz. Yayıncılık sektörleşince randevu almadan bir yayınevine gitme imkânı kalmadı, zaten gazeteler ve dergiler de Cağaloğlu’ndan ayrıldı, çoğu şehir dışına çıkıp ulaşılmaz oldu. E-postanın icadı ile de bir dergiye gitmemenin anlamı kalmadı. Oysa dergilerde buluşmanın, ustalarla sohbetlerin edebi gelişimimize katkısı büyüktür.

Geçen yıllarda yazın dünyasının merkezi Beyazıt’tan Taksim-Cihangir’e mi kaydı? Öyleyse neden?

80’lerde Cağaloğlu’na gittiğinizde tüm gazeteleri, dergileri ve yayınevlerini bir kilometre karelik bir alanda bulabilirdiniz. Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde Cağaloğlu turistik rant olanı olarak seçildi ve gazeteler, matbaalar şehir dışına çıkarıldı. Cağaloğlu’nda araç trafiği engellendi. Dağıtım şirketleri de şehir dışına çıktı. Yayınevleri için Cağaloğlu anlamını yitirdi. Şehrin çeşitli yerlerine dağıldılar, çoğu da Beyoğlu’na taşındı. Bu sırada Beyoğlu yeni bir yükseliş yaşadı ve Hayal Kahvesi, Kaktüs gibi hem gençleri hem entelektüel çevreyi çekecek mekanlar, kitabevleri, kültür merkezleri açıldı. Kahvehanenin yerini kafe, meyhanenin yerini bar aldı. Şair ve yazarlar da bu etkiyle Beyoğlu’na yöneldi. Yani sosyolojik ve kültürel değişimin sonucu entelektüel merkez Cağaloğlu’ndan Beyoğlu’na kaymış oldu.

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder

Bakmadan Geçmeyin