adscode
adscode

Mahsun KırmızıgüL Ben bu adamı filmde istiyoru

Mahsun Kırmızıgül yeni filmi Prestij Meselesi nde Hilmi Topaloğlu aracılığıyla kendisinin Özcan Deniz ve Haluk Levent in kariyerlerine başlama hikâyesini beyazperdeye taşıdı.

Mahsun KırmızıgüL  Ben bu adamı filmde istiyoru

Aradan 16 yıl geçti geçmesine ama dün gibi hatırlıyorum…
Sinemaya yönelmesi hakkında “Ondan sinemacı olmaz”, “Bu iş, klip çekmeye benzemez”, “Filminde kimler rol alacak? Kimse rol almak istemez”, “Çektiği filmi kaç kişi izleyecek ki? Müzikten kazandığını sinemada batırmak istiyorsa kendisi bilir” merkezli yorumlar yapılmıştı.
Oysa sinema Mahsun Kırmızgül için bir heves değildi.
Bir yandan hayallerini gerçekleştirme, diğer yandan kendini ifade etmenin bir başka bir yoluydu.

Pause
Unmute
Remaining Time 3:05 / 17:41Fullscreen

Albümleri milyon üstü satarken de kimsenin haberi olmadan senaryolarını yazıyor, sinema için hazırlanıyordu.
Mahsun Kırmızgül, bu süreç içinde küçümsemeyi geçin zaman zaman hakarete, alaya almaya kadar varan ifadelere sessiz kaldı.
Çünkü ne derse desin, kendini ne kadar ifade etmeye çalışırsa çalışsın söyleyecekleri bir polemiğin cümlelerinin ötesinde bir anlam taşımayacaktı.


Play Video
Victor Hugo’nun “Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır” sözü Mahsun Kırmızıgül için müzikten sonra bu kez sinema için kılavuz olacaktı.
Öyle ya, müziğe adım attığı ilk günlerde yaşadıklarının sinemaya adım atmaya hazırlandığı ilk günlerden ne farkı vardı?
Albüm yapmak için yapımcıların kapısını aşındırmamış mıydı?
Kılık kıyafetine bakılıp da horlanmamış mıydı?
“Sen kim şarkıcı olmak kim?” bakışlarına maruz kalmamış mıydı?
Hayallerine ket vurulmamış mıydı?
Hayallerinin çoğunu gerçekleştiremeyebilirdi ama onu hayal kurmaktan kim alıkoyabilirdi?


Çay ocağında çalışarak biriktirdiği paralarla çıkardığı albümler masrafını çıkaracak kadar satmasa bile çekilen her çilenin gelecekteki kutsal günlere doğru giden bir adım olduğu bilinciyle hayallerinin peşinde koşmaya devam eden Mahsun Kırmızıgül’ün de beklediği gün elbette gelecekti.
Gelecekti gelmesine ama önemli olan gelmesi değil, geldiği zaman hazır olmaktı.

 

Yetenekli, azimli, çalışkan insanların doğru zamanda doğru kişilerle karşılaşması halinde bir fırsatlar şehrine dönüşen İstanbul, Mahsun Kırmızıgül için de imkânlarını seferber etmeye hazırdı.
Doğru zamanda doğru yerde karşılaşılan kişi ise Hilmi Topaloğlu’ydu.
Sadece Mahsun Kırmızıgül için değil, Özcan Deniz ile Haluk Levent için de öyle…

Mahsun Kırmızıgül - Hilmi Topaloğlu
Mahsun Kırmızıgül - Hilmi Topaloğlu
Hilmi Topaloğlu, ilk gençlik yıllarında bulaşıkçılıktan garsonluğa kadar çeşitli işlerde ter dökerken futbolcu olma hayalleri kuruyordu. O büyük hayalini Sakaryaspor’da futbol oynayarak gerçekleştirmiş olsa da ayağının kırılmasıyla yeşil sahalardan mecburi erken emekliliğe ayrıldı.
Hilmi Topaloğlu’nun ayağının kırılması, özellikle Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in hayatlarının kırılma noktasına evrildi.
Hilmi Topaloğlu’nun ‘Sen bir starsın’ sloganıyla elde ettikleri öz güvenleriyle yeteneklerinin bileşiminden ortaya çıkan yeni kimlikleri; Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in günümüze kadar uzanan ışıltılı kariyerlerinin ilk adımı oldu.

 

1976’da İstanbul’a gelen Hilmi Topaloğlu, 1991’de ağabeyi Mustafa Topaloğlu ve Burhan Bayar ile birlikte Nokta Müzik’i kurdu. Bir süre sonra ağabeyinin şirketten ayrılmasıyla yoluna Burhan Bayar ile Prestij Müzik olarak devam eden Hilmi Topaloğlu; Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’i keşfederek 1990’lı yılların müzik sektörüne damgasını vuran albüm satışlarına imza attı.

Hilmi Topaloğlu - Mahsun Kırmızıgül - Burhan Bayar
Hilmi Topaloğlu - Mahsun Kırmızıgül - Burhan Bayar
Birkaç yıl öncesine kadar albümleri masrafını bile karşılayacak kadar satmayan, “Senden şarkıcı olmaz” ifadeli bakışlara maruz kalan Mahsun Kırmızıgül, hem çok albüm satan, konser veren bir şarkıcı hem de dönemin en etkin müzik şirketi Prestij Müzik’in ortağı olarak iş insanı olmuş, çektiği çilelerin karşılığı olarak kendisini bekleyen günlere ulaşmıştı.


İster tesadüf, isterseniz kaderin garip cilvesi olarak tanımlayın Mahsun Kırmızıgül'ün çektiği çileler, bu kez sinema adına beklenen güne dönüştü.


Mahsun Kırmızıgül, “Ondan sinemacı olmaz”, “Bu iş, klip çekmeye benzemez”, “Filminde kimler rol alacak? Kimse rol almak istemez”, “Çektiği filmi kaç kişi izleyecek ki? Müzikten kazandığını sinemada batırmak istiyorsa kendisi bilir” şeklinde kendisini küçümseyenlere cevabını önce ‘Beyaz Melek’in oyuncu kadrosuyla daha sonra da yılın en çok izlenen filmi olma payesine sahip gişesiyle verdi.

 

Şöyle ki:
Mesleklerinde 50 yılı devirmiş, teklif edilen yapımların senaryolarını kılı kırk yararak inceleyen Yıldız Kenter, Nejat Uygur, Erol Günaydın, Lale Belkıs ve Arif Erkin Güzelbeyoğlu gibi pek saygın, pek kariyerli oyuncuların rol alması bile küçümsemelerin sonunu getirmediği gibi “Onlara uzun yıllardır teklif gelmiyor. Teklif edilen ilk yapımda rol almayı kabul ettiler” gibi ipe sapa gelmez düşüncelerle Mahsun Kırmızıgül’ün film çekmesini hazmedemeyenler, yılın en çok izlenen filmi olması karşısında bile küçümsemelerine devam etti.


Küçümseyenler, öylesine Mahsun Kırmızgül karşıtıydı ki adı geçen oyuncuların deneyimine, bilgisine, bunların sonucunda meydana gelen ışıltılı kariyerine saygısızlık yaptığının farkına varamadı veya varmak istemedi.

'Gecenin Kanatları', Mahsun Kırmızıgül'ün senaryosunu yazıp yönetmediği tek film oldu. Bu filmi Serdar Akar yönetti.
'Gecenin Kanatları', Mahsun Kırmızıgül'ün senaryosunu yazıp yönetmediği tek film oldu. Bu filmi Serdar Akar yönetti.

Bu kadar deneyimli ve bilgili oyuncuların Mahsun Kırmızıgül'ün senaryolarından oldukça etkilenmiş olabilecekleri görmezden gelindi.


Her yeni filminde kadro kalitesini korumanın ötesinde yükselen gişe paylarıyla sinemada kendine bir yer edinmeyi başardı.
Şöyle ki;
Mahsun Kırmızıgül'ün 7 filminden ikisi; 'Yılın En Çok İzlenen Filmi', diğer ikisi ise 'Yılın En Çok İzlenen İkinci Filmi' oldu. Ayrıca 7 filmin gösterime girdiği yıllarda beyazperdeye toplam 2.083 film yansıdı. Kırmızıgül'ün toplam 14.717.276 kişilik izleyici sayısı, 2.083 filmin toplam gişesinin yüzde 5'ini aldı.

 

Mahsun Kırmızıgül sinemasının yeni halkası ‘Prestij Meselesi’, yola çıkış hikâyelerini işlediği Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in başarılarının temelinde hangi etmenlerin bulunduğunu gözler önüne sermesinin yanı sıra bir dönemin toplumsal olaylarını da izleyicilere ulaştıran bir yapım olma özelliğine sahip.


'Prestij Meselesi’nin senaristi ve yönetmeni Mahsun Kırmızıgül ile filmin başrol oyuncularından Engin Hepileri, Eser Yenenler, Şebnem Bozoklu ve Biran Damla Yılmaz, Habertürk’e verdikleri röportajda filmin kendileri için neler ifade ettiğini anlattı.


Hikâyeyi oluşturma fikri ortaya nasıl çıktı?
Mahsun Kırmızıgül: Yaşanmış bir hikâye. Ben zaten bunu dost meclislerinde, arkadaş ortamında yıllardır dillendiriyordum. Bunu her anlattığım yerde insanlar 'Bunun neden filmini çekmiyorsun?' diyordu. Kısmet bugüneymiş.


"LÜTFEN BUNU ÇEK"
Uzun zaman önce mi söylenmeye başlanmıştı yoksa yeni dönemde mi?
Mahsun Kırmızıgül: 2006’da sinemaya başladıktan sonra… Arkadaşlarım birçok kez şunu söyledi; “Bütün senaryoları bırak, lütfen bunu çek.”


Bunca zaman neden beklettin?
Mahsun Kırmızıgül: Hikâyenin demlenmesi, kendimi hazır hissetmem gerekiyordu. Buna senaryo olarak daha dokunmamıştım, herhangi bir yazım yoktu. Sadece hikâye bende gizliydi. Diğer filmlerin senaryolarını ise yazmıştım. Ben yazdığım hikâyeyi çekmek isterim. ‘Prestij Meselesi’nin senaryosu henüz yazılmadığından dolayı böyle bıraktım. Sonrasında bundan 1.5 yıl önce sevgili yapımcımız Murat Tokat ile konuştuğumda 'Artık bu filmi yapma sırası geldi' dedi ve senaryoyu yazmaya başladım. Tabii senaryoyu yazmadan önce sevgili Özcan Deniz, sevgili Haluk Levent, sevgili Hilmi Topaloğlu’nun eşiyle ve çocuklarıyla hep birlikte buluştuk, konuştuk, üzerine tartıştık. 'Nasıl olması gerekiyor?' diye... Çünkü yazacağım hikâye onların da hikâyesi, bir tek Mahsun Kırmızıgül’ün hikâyesi değildi.


Bir dönemi anlatıyor olmanın da bir sorumluluğu vardır...
Mahsun Kırmızıgül: Tabii ki… Bu film, bu sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdi.


“ÇÜNKÜ ÇOK ÖZEL BİR İNSAN”
Sizler teklif geldiği zaman neler hissettiniz? Hangi özelliklerinden dolayı bu filmde olmak istediniz?
Biran Damla Yılmaz: Ben senaryoyu ilk okuduğumda aslında dönemini geçtim, hikâyeyi geçtim, sanatçının değerini gerçekten çok güzel, çok tatlı bir şekilde anlatması hoşuma gitti. Daha önce; ne yollardan geçildiği, nasıl fedakârlıklarda bulunulduğu, nasıl zorluklar çekildiğini anlatan bir film çekilmemişti. Bunun içinde yer almak bir macera olarak gerçekten çok güzel ve çok keyifli olabilir diye düşündüm.
Engin Hepileri: Benim için anlatması biraz zor. Çünkü Hilmi Topaloğlu’nu canlandıracağım için projeye önce gerçekten biraz korkarak yaklaştığımı söyleyebilirim. Çünkü çok önemli bir değer ve ülkede pek çok kişi tarafından tanınmış, pek çok kişinin hayatına dokunmuş, onları alıp belli bir yerden belli bir yerlere götürmüş, çok önemli bir değeri canlandırabilip canlandıramayacağım noktasında kafam çok karışıktı. Sağ olsun Mahsun ağabey bana öyle bir yol gösterdi ki, öyle bir ışık tuttu ki… Onu tanımaya başladıkça çok heyecanlanmaya, heyecanlandıkça daha verimli olmaya başladım. Verimli olmaya başladıkça da kendimi daha fazla sevmeye başladım. Tabii ki bu süreç içerisinde ailesiyle de tanıştıktan sonra Hilmi ağabeyi tanıdıktan sonra önüme bambaşka bir yolculuk çıktı. Dolayısıyla da kendimi çok özel hissettiğim anlar oldu. Çünkü çok özel bir insan. Pek çok özelliğiyle karşılaştım; çok zeki çok atılımcı, hiperaktif, duygusu çok yüksek, çok arkadaş – dost canlısı, ortamda kendini devamlı olarak hissettirebilen, ortama girdiği andan itibaren ‘ben geldim’ diyen bir enerjide müthiş bir adam. Bütün bunlarla karşılaşınca bu benim için bir oyunculuk şölenine dönüşmeye başladı. Onun var oluşu benim neredeyse oyunculuğumun içerisine girip beni başka bir yere götürdü. Sahneleri çok büyük bir keyifle canlandırdım ve içinde olmaktan dolayı çok iyi hissettim. Bitmesini hiç istemediğim anlar yaşadım. Burada çok samimiyim. Bazı işlerde ‘bitse de evimize gitsek’ dersiniz ama burada gerçekten de her sahne bizim özelimiz, her sahne bizim için çok değerli oldu. Hatta bazı sahnelere gün sayıyor, birbirimizi motive ediyorduk. Dolayısıyla da çok değerli anlar yaşadık. Böyle bir fırsat için önce Mahsun ağabeye çok teşekkür ederim. Onun dışında da Hilmi ağabeye teşekkür ederim. Buradan beni duyuyorsa - ki eminim duyuyordur - bu gece onu çok anacağız. Hilmi ağabeyin böyle bir hayatı, insanlara bu kadar dokunan bir hayatı yaşadığı ve insanlara yaşattığı için çok teşekkür ederim.
Şebnem Bozoklu: Ben 1990’larda küçüktüm. O dönemlerde yaşanan bütün bu hikâyeyi televizyondan, gazetelerden ve dergilerden takip etmiş bir nesle dâhil olduğum için senaryoyu elime alınca 'Evet, şimdi bütün sırlara erişiyorum, hem de birinci elden' dedim. Ve gerçekten bu duyguyla okudum. ‘Bu böyle olmuş’, ‘bu böyle olduğu için bunu böyle yapmışlar’, ‘ben bunu bir yerlerden duymuştum ama böyle olduğunu hiç düşünmemiştim’ gibi bayağı fantastik sırlar defterini açar gibi okumayı tamamladım. Tabii buradaki en büyük şans, senaryonun hikâyenin merkezindeki kişinin kaleminden ve aklından çıkmış olması. Tabii bütün bu karakterleri, bütün hikâyeyi çok daha gerçek ve çok daha izlenir kılıyor. ‘Kişisel olarak senaryonun nesinden daha çok etkilendin?’ derseniz, hem oyuncu hem de izleyici olarak bunun gerçekten çaresizliklerin, umutsuzlukların içinde parlayan bir başarı hikâyesi olmasından çok etkilendim. İlk etapta senaryoyla ilişkimi böyle anlatabilirim.
Eser Yenenler: Ben aslında ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar'dan itibaren kendimi şovmen ve komedyen olarak kodlamıştım. Daha Eser olarak sahnede olmak, kendi programlarını yapan bir adam olarak kariyerimi devam ettiriyordum ve sonucunda kendimde değişim istediğim bir dönemdeydim. Hem ikinci planda bıraktığım oyunculukla ilgili bir şeyler yapmak istiyordum hem de benim de hikâyelerim vardı. ‘Bu değişimi nasıl yapayım?’ derken Mahsun ağabey beni aradı. Gerçekten evrenden çağırmışım gibi oldu. “Eser saçlarını sıfıra vurdurur musun, 13 kilo verir misin?” dedi. Al sana değişim… Benden hiç ben olmayan bir şey istedi. Kendi kendime; “Allah Allah, beni oyuncu olarak bir yerde mi gördü? Yapacağıma nasıl bu kadar inanıyor?’ dedim. Çünkü benden o kadar büyük bir değişim istedi ki… Bu, benim için bir hedefe dönüştü. Dolayısıyla bütün süreç o kadar keyifli oldu ki.... Yıllardır gördüğünüz o Eser; ‘anlatır, güldürür, eğlendirir’ dışında çok değişik bir adamı canlandırmanın ilk defa çok büyük bir tatminini yaşadı. Hem böyle büyük bir yönetmenle hem de şahane oyuncularla çalışmak müthiş. Bir şeyler yapıyorum, Şebnem ‘oldu’ deyince, ‘ne güzelmiş’ diyordum. ‘Oldu mu, tonlama nasıl?’ diye kendime aynada bakıyordum. Çünkü hakikaten çok boş verdiğim bir alandı. ‘Prestij Meselesi’, ilk defa o oyunculuğun derinlerine girme, karakterin yolculuğuna çıkma, kendinden farklı birini perdede görme gibi kariyerimde yepyeni bir tatmine yol açtı. Amacım da zaten buydu.
Mahsun Kırmızıgül: Beni unutma. Bak ben Hilmi’yi nasıl unutmuyorsam sen de beni unutma.
Eser Yenenler: Seni unutamam, mümkün değil ağabey. ‘Şinasi’yi ve seni asla unutamam.

Mahmut Kırmızıgül, babası Mahsun Kırmızıgül'ü canlandırdığı 'Prestij Meselesi'nin kendisi adına çok özel anlamlar içerdiğini, söyledi.
Mahmut Kırmızıgül, babası Mahsun Kırmızıgül'ü canlandırdığı 'Prestij Meselesi'nin kendisi adına çok özel anlamlar içerdiğini, söyledi.
“BEN FİLMDE BU ADAMI İSTİYORUM”
Oyuncuları belirlerken mutlaka belirli özellikler aramışsındır. Onlar nelerdi?
Mahsun Kırmızıgül: Aslında senarist olmak, senaryo yazmak çok farklı. Orada bir tanrısallık var. Çünkü karakterleri siz yaratıyorsunuz ve perdede canlanıyor ama bu karakterlere hayat veren insanlar çok önemli. Yani oyuncular… Biz sevgili Damla ile zaten ‘Mucize’ filminde çalışmıştık, çok başarılı. Hilmi Topaloğlu ile ilgili ‘kim olacak?’ sorusu 5 - 6 yıldır gündemimizde vardı. Hem sevgili Murat Tokat ile hem de Hilmi Topaloğlu’nun oğlu sevgili Gürkan ile ‘kim olabilir?’ diye çok konuştuk. Herkesin kafasında birileri vardı. Bana Engin’i söylediler. Engin ile görüştük. O görüşmenin sonucunda benim dediğim oldu. “Ben filmde bu adamı istiyorum, başka bir şey istemiyorum” dedim. Çünkü gerçekten çok büyük bir yetenek. Bu filmde de Engin’i bütün insanlar görecek. Evet, bugüne kadar birçok filmi vardı ama bu film bence onun oyunculuk kariyerindeki en büyük filmi olacak. Sevgili Şebnem ile daha önce karşılaşmıştık, önceki filmlerde oynamasını istemiştim ama yoğunluğundan dolayı zamanımız uymamıştı. O günlerde bana şunu söylemişti: “Bir gün mutlaka seninle çalışmak istiyorum ama iyi bir rol olsun, hani çatışması olan bir rol.” Bu filmde de daha Hilmi Topaloğlu’nun hikâyesindeki kadını yazarken aklımda Şebnem vardı. Ben Eser’i televizyonlarda çok izliyorum, çok beğeniyorum. Bana hep pozitif bir enerji veriyor. Filmi yazmaya başladığım anlarda ‘olur mu olmaz mı?’ diye bir şey düşünmedim. “Ben bu adamı oynatırım” dedim. Kafamda bu vardı. Şirkete onu istediğimi söyledim. Eser’in telefonunu verdiler ve aradım, geldi. İstediğim şeyler vardı. Çünkü onlar gerçekten olmalıydı. Zayıflaması gerekiyordu, kafamda tipolojisinde değişiklikler vardı, onları yaptık. O da bu rolü hakkıyla oynadı. İzleyiciler bu filmde Eser’i çok farklı bir yerde görecek. Ben hepsine, burada olmayan bütün oyunculara, teknik ekibe, emeği geçen arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum.

Oyuncular, gerçek karakterleri canlandırmanın kurgusal karakterleri canlandırmaktan daha keyifli olduğunu ama bir o kadar da sorumluluk gerektirdiğini söyler. Gördüğüm üzere hepiniz o keyfi ziyadesiyle yaşamışsınız. Sorumluluğu hakkında neler söylemek istersiniz?
Biran Damla Yılmaz: Benim açımdan aslında biraz daha kolaydı. Mahsun Kırmızıgül’ü zaten oğlu Mahmut canlandırdı. Annesi hakkında onunla çok fazla konuştuk. Mahsun hoca ile birlikte de çok fazla konuştuk. Hareketleri, tavırları, burcuna kadar her şeyini konuştuk. Bunlara uymak bize de kolaylık sağlıyor. Yaşamış birini oynamak büyük sorumluluk ama çok fazla done veriyor.


“TESLİMİYETLE ÇÖZDÜM”
Engin Bey, kiminle konuştuysam “Hilmi Topaloğlu’nu bu kadar iyi ancak kendisi canlandırırdı” dedi. Karakter için mutlaka özel bir çalışma yapmışsınızdır. O çalışmalardan söz eder misiniz?
Engin Hepileri: Yaptık tabii. Mahsun ağabeyle el sıkıştığımız an itibarıyla çok sıkı bir provaya girdik. Bu benim için en değerlisiydi. Biraz önce sorduğun soru üzerinden bakmak gerekirse, senaryo zaten sorumluluğunu almış bir senaryoydu. Dolayısıyla sen bir oyuncu olarak o senaryonun içerisinde doğru bir yerde kalabiliyorsan orada zaten herhangi bir sorun olmuyor, o senaryo seni destekliyor. İyi bir senaryo, gerçek yaşanmış bir hikâye olduğu ve çatışmaları doğru yerde ve doğru şekilde bulunduğu için zaten bir oyuncu olarak seni o role doğru devamlı olarak itekliyor. Onun için de iyi hissediyorsun, yolda bir sapma olmuyor. Yolda sapma olduğu anda da yönetmenimiz zaten bizi uyarıyor. Hatta bizim Eser ile güzel bir sahnemiz var; çok eğlendiğimiz, eğlenceli bir sahnede Mahsun ağabey bize gelip “Evet, bu eğlenceyi yapalım ama onun bir dozu vardı, o dozu geçmeyelim” dedi. Bunlar aslında set sırasında, Mahsun ağabeyin kontrolünde ince ince nakış gibi işlendi. Bütün bunları değerlendirdiğin zaman o yolculuğa kendini daha rahat bırakabiliyorsun. Bırakabildiğin zaman da oyunculuğundan da kendinden de daha fazla yararlanabiliyorsun, filme de daha fazla hizmet edebiliyorsun. Ben bu güveni bu sette çok yaşadığım için çok rahatlıkla kendimde, cebimde, duygularımda ne varsa bırakabildim. Bu benim için çok değerli. Bunu da Mahsun ağabey bana sağladı.
Şebnem Bozoklu: Karakterle ilgili anlatılanlar, tanıdıklar, bunlar tabii ki çok yardımcı, ana rehberimiz oluyor. Aslında ben oyuncuların kendi içlerinde bir yerde ne oynarlarsa oynasınlar bir içgüdüyle yaklaşacaklarına ve doğru kararları vereceklerine de inanıyorum. Aslında hepimizin yolculuğu da biraz öyle oluyor. Hem tanıklıklar, anlatılanlar, dinlediklerimiz ve dönemin genel atmosferini kafada tasarlamak hem de biraz içgüdüyle, 'Ben olsam ne yapardım?' sorusunu içinde büyüterek, ikisini karıştırarak bulduk. Açıkçası ‘Jale’yi böyle çalıştım. Bir de ekstra bir aksan çalışmam gerekti ama biz bütün bu konularda şanslıydık. Bu filmde inanılmaz bir sanat çalışması var. Filmin görsel tasarımı da gerçekten çok çok iyi. İzleyiciler, gerçekten 1990’ların başına seyahat etmiş gibi olacaklar. O konuda konforluyduk. Ellerimiz, kollarımız doluydu. Şahane bir ekip bize dışarıdan destek verdi. İçten de hepimiz kendi yolumuzu bulduk ama şansımız bizim çok iyi rehberlerimizin olmasıydı. Konuya çok hâkim dün gibi hatırlayan tanıklarımızın olması en büyük şansımızdı.
Eser Yenenler: Bir de yazar / yönetmenle çalışmanın çok büyük avantajı var. Ne istediğini çok iyi bilen, onu çeken ve aynı zamanda o dönemi net yaşayan biri olması çok önemli. Zaten tamamen oyunculukla ilgili. Siz de kendi içinizde bir yolculuğa çıkıyorsunuz ama teslimiyet hikâyesi çok önemli. Yani teslim olabilmek… Dolayısıyla ben çok rahat bir şekilde Mahsun ağabeye teslim oldum. Zaten istediği şeylerde, ‘Ben onu yapabilir miyim? Olur mu?’ diye düşündüğüm yerlerde Mahsun ağabey çok yardımcı oldu. İçinde bir çatışma olduğunda “Ağabey, orada şöyle yapsam olur mu?” dediğinde olup veya olmayacağını nedenini açıklayarak söyledi. Sizi ‘tak’ diye raya oturtuyor. Dolayısıyla ben burada konuyu tam teslimiyetle çözdüm

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder