HIV vakaları, dünya genelinde azalma eğilimindeyken, Türkiye’de giderek artıyor. 2023 verilerine göre, dünyada HIV ile yaşayan yaklaşık 39 milyon kişi olduğu tahmin edilirken, resmi rakamlara göre Türkiye’de HIV ile yaşayan 40 bin kişi var. Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistikleri ve bu alanda çalışan uzmanlar, 40 binin iki ile çarpılması gerektiğini söylüyor.
KLİMİK Derneği HIV/AIDS Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Emin Halis Akalın, "HIV bir pandemidir. HIV, 1981 yılından beri dünyayı etkiliyor. O günden bu güne 40 milyon kişi AIDS ve AIDS ile ilişkili komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybetti. Çok önemli bir rakam, tüm insanlığı ve dünyayı etkileyen bir salgın bu" dedi.
HIV/AIDS VAKALARI 2000’LERİN BAŞINDAN BERİ ARTIYOR
Ekonomisi güçlü batı ülkeleri ile Afrika’nın bazı ülkelerinde yeni HIV tanısı alanların sayısının azaldığını aktaran Prof. Dr. Akalın, "Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve UNAIDS istatistiklerine göre, Türkiye’de 2000’li yılların başından itibaren başlayarak devam eden ciddi bir artış söz konusu" diye konuştu.
"RESMİ RAKAMLAR GERÇEĞİ YANSITMIYOR"
Sağlık Bakanlığı Kasım 2023 rakamlarına göre, Türkiye’de yaklaşık olarak 40 bin HIV ile yaşayan kişi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Ancak biz hekimler, DSÖ’nün yaptığı bazı hesaplamalardan da yola çıkarak, bunun çarpı 2 olduğunu düşünüyoruz. Resmi rakam 40 bin olsa da biz bunun yaklaşık 80 bin olduğunu düşünüyoruz; çünkü ülkemizde test yaptırma alışkanlığı, farkındalık gibi kavramlar ve risk altındaki kişilerin kolaylıkla gidip anonim olarak test yaptırabilecekleri gönüllü danışmanlık ve test merkezlerinin sayısı oldukça az. Bu nedenle resmi rakamların gerçek olgu sayısını yansıtmadığını düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
COVID DÖNEMİNDE HIV VAKALARI AZALMADI, TEST YAPTIRANLARIN SAYISI AZALDI
Koronavirüs pandemisi döneminde yeni HIV/AIDS vakalarında azalma görünse de, bunun gerçeği yansıtmadığını belirten Prof. Dr. Akalın, “COVID-19’un getirdiği kısıtlamalarla hastanelerin çoğunlukla COVID hastalarıyla ilgilenmesi, kişilerin test yaptırmasını ve hastaneye başvurmasını engelledi. Bu durumda test yaptırma sayısı azalınca tanı alan olgular da azalmış gibi göründü ama yaptığımız hesaplara göre HIV/AIDS vakaları COVID dönemi sonrası yeniden artış eğilimine girdi.”
YENİ TANI ALAN SAYISI YILDA 3000 İLE 4000
Prof. Dr. Akalın, 2000 yılında HIV/AIDS tanısı alan kişilerin sayısının yaklaşık 200 olduğunu ancak vakaların hızla arttığını vurgulayarak, şunları söyledi: “2010’da bu sayı yaklaşık 1000’e çıktı. 2018’de yaklaşık 3.400’e ulaştı. Yılda 3000 ile 4000 arası yeni olgu olduğunu düşünüyoruz. Çok ciddi bir artış eğilimi söz konusu. Her yıl yeni tanı alan sayısı artıyor. Resmi rakamlara göre 14 yılda gelinen durum binlerden 40 binlere ulaşmak oldu.”
Ülkemizde verem hastalığının (tüberküloz) çok başarılı bir verem savaş programıyla kontrol altında olduğunu kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Ancak HIV enfeksiyonu kontrol altında değil. Birçok batı ülkesi bu artış eğilimini tam tersine çevirmişken bizde hala ciddi bir ivmeyle artış devam ediyor” ifadelerini kullandı.
"ORTAÖĞRETİMDE VERİLEN CİNSELLİK BİLGİLERİ YETERLİ DEĞİL"
Söz konusu artışın nedenlerini açıklayan Prof. Dr. Akalın, “HIV/AIDS ile ilgili ciddi bir farkındalık eksikliği ve bilgisizliğimiz var; bana bir şey olmaz düşüncesine yol açıyor. En önemli nokta bu. İkincisi; ortaöğretimde cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları önleme konusunda verdiğimiz eğitim yeterli değil. Bu eğitimlerin güçlendirilmesi lazım. Cinsellik dönemine gelmeden gençlerimizin bu bilgileri alması ve önlemleri bilmesi lazım. Yapılan bazı anketler cinsellik yaşının düşmüş olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla çocuklar 16 yaşına gelmeden bu eğitimleri vermemiz lazım. Bunun dışında gönüllü test ve danışmanlık merkezlerinin artırılması gerekiyor. Buralarda anonim test yapılıyor. Bir de anahtar popülasyon dediğimiz; erkek ile seks yapan erkekler, seks işçileri, transseksüel kadınlar, çok partnerli kişiler ve damar içi uyuşturucu kullananlar yüksek risk altındadır. Bu yüksek riskli anahtar popülasyonlara yeterince ulaşamamak da önemli bir problem” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Akalın, dünyanın HIV’e karşı 95-95-95 hedefini benimsediğini ve bu hedefi başardığını açıklayarak, "Bizim esas problemimiz birinci 95’te. Hesaplamalara ve tahminlere göre, ülkemizdeki HIV ile yaşayanların ancak yarısına tanı koymuş durumdayız. Burada da gerek farkındalık eksikliği gerekse de anonim test merkezlerinin az olması, bilgi eksikliği, damgalanma ve ayrımcılık gibi faktörler etki ediyor” dedi.
RİSKLİ CİNSEL TEMASTAN KAÇ GÜN SONRA TEST YAPTIRMAK GEREKİR?
Riskli bir cinsel birliktelikten sonra muhakkak test yapılması gerektiğini kaydeden Akalın, “Bu testler virüs vücuda girdikten sonra belli bir dönem negatif kalabiliyor, buna da pencere dönemi diyoruz. Yaklaşık 3 haftalık bir dönemi kapsar. Dolayısıyla riskli cinsel ilişkiden iki gün sonra test yapıldığında sonuç negatif çıktığında, bu sizin virüsü almadığınız anlamına gelmiyor. 2’inci hafta ile 45’inci gün arasında yaptırılabilir. Erken dönemde test yaptırılmasını istemiyoruz. Kesinlikle negatif diyebilmek için 45’inci gün yapılan testin negatif olması gerekir. Riskli cinsellik sonrası bu kişilerin muhakkak bir hekime başvurmasını öneririm. Riskli ise ilk 72 saat içinde profilaksi yapılır yani kişiye 4 hafta boyunca ilaç tedavisi uygulanır. Bu kişilerde 90’ıncı günde yapılan testin sonucu negatif gelirse o kişi HIV almamış kabul edilir. Süreler burada önemlidir” diye konuştu.
HIV/AIDS’TEN KORUNMANIN YOLLARI
HIV/AIDS’ten korunmak için önerilerde bulunan Prof. Dr. Akalın, “Rastgele cinsel temastan kaçınılmalı. Çok partnerli olunmamalı. Kondom kullanılmalı” dedi.
HIV’İ VÜCUTTAN TAMAMEN ATMA ÇALIŞMALARI HALA DEVAM EDİYOR
HIV’i vücuttan tamamen atmaya yönelik tedavi çalışmalarının devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Akalın, “Aşı çalışmaları istediğimiz başarı oranlarıyla gitmiyor ama umutsuz olmaya gerek yok. Tedavi çalışmaları konusunda ben umutluyum, öyle bir noktaya geleceğiz ki bir süre sonra belli bir dönem ilaç kullandıktan sonra virüsü vücuttan tamamen atabileceğiz” şeklinde konuştu.
Virüse karşı şu an kullanılan ilaçların da geçmişe kıyasla bir devrim niteliğinde olduğunu sözlerine ekleyen Prof. Dr. Akalın, “Bu ilaçlar, düzenli kullanıldığında ve uzman bir hekim denetiminde olunduğunda virüsü kanda tamamen baskılayarak bağışıklık sisteminin hasar görmesini önlüyor. HIV ile yaşayan kişilerin yaşam beklentisi, HIV ile yaşamayan bir bireye yaklaşıyor böylece. Öte yandan şu an kullandığımız tedaviler virüsü vücuttan tamamen atamıyor, yani kişi ilacını kullanmaz veya kullanımına ara verirse virüs eski haline geri dönüyor" dedi.
HIV’Lİ BİREY DOĞRU TEDAVİYİ ALDIĞINDA ENFEKSİYONU BULAŞTIRMIYOR
Akalın, “Tedaviyle kanındaki viral yükü baskılanmış kişi, virüsü başkasına geçiremez. Böylece tedaviden korunmaya gitmiş oluyoruz. Yani bir kişiyi tedavi ettiğiniz zaman başka bir kişinin enfeksiyonu almasını önlemiş oluyoruz” ifadelerini kullandı.
Gönder